2 Mayıs 2010 Pazar

ELLER BANA, BEN SANA HAYRAN...

Geçen gün Volvo'nun yeni çıkaracağı S60 modelinin tanıtım filmini izledim. Araç henüz lanse edilmedi ancak "teaser" denilen ön tanıtım kampanyası için dünyaca ünlü doğuştan görme engelli ressamımız Eşref Armağan'ı Göteborg'a davet ederek aracın resmini yapmasını istemişler.

Eşref Armağan, yeni aracın her ayrıntısını tek tek parmak uçlarıyla hissederek kağıda döküyor ve ortaya inanılmaz bir resim çıkıyor. Kendisi daha önce de Harward ve Toronto Üniversitelerinde araştırma konusu olmuş, cisimleri hiç görmeden perspektife uygun şekilde çizen biri olarak bilim dünyasını alt üst etmiş örnek bir insan. Öyle ki, Discovery Channel'da kendisi için özel bir program yayınlanmış, Floransa'da bulunan sekizgen bir binanın resmini çizerek herkesin hayranlığını toplamış biri. Kısacası biz Türk'ler hariç cümle alem onu tanıyor aslında. Volvo'nun bu reklamı tüm dünyada yayınlandı ve büyük ilgi uyandırdı. Dikkatinizi çekerim, bu reklam Türkiye'ye özel bir reklam değil, dünya çapında bir lansman kampanyası.

Denizli'nin Tavas ilçesinde yaşayan "son Hitit'li" lakaplı, dünyanın tek Terrakota ustası Necip Savcı'yı tanıyan var mı aranızda? Yine Denizli'nin Gökçeyayla köyünde yaşayan, "Ormanlar Arkası" filmine konu olmuş, çaldığı enstrümanla ilgili Fransa'da üniversitede ders vermiş dünyada ilk ve tek olan 76 yaşındaki ilkokul mezunu çam düdüğü sanatçısı Hayri Dev'i? Peki ya Ağahan Mimarlık Ödülü sahibi Nail Çakırhan'ı tanıyor musunuz? Hiçbiriniz mi yabancı belgesel kanallarında denk gelmediniz? İngilizler, Fransızlar tanıyor bu adamları ama biz Türk'ler tanımıyoruz nedense.

İsveç şöyle dursun, gelelim bize.
Peki bizim firmalarımızın reklamlarında kimler oynuyor?
Örneğin Türk Hava Yolları, yeni reklamlarında kimi oynatıyor: Kevin Costner.
Yine Türk Hava Yolları hangi spor kulübüne sponsor oluyor: Barcelona.
Televizyonlarımızdaki cips reklamlarında kim var: Adriana Lima.
O dondurmayı kıtrdatarak yiyen kız kim: Elizabeth Hurley.
Aynı dondurmayı seven diğer bir ünlü ise Eva Mendez.
İlk aklıma gelenler bunlar.
Bu reklamların çoğu sadece Türkiye'de yayınlanmak üzere çekilmiş filmler. Yani bizden başka kimse görmüyor o reklamları. Dolayısıyla kendi markamızı kendimize tanıtıyoruz.

Hadi Türk Hava Yolları'nın reklamları dünya televizyonlarında dönüyor, eyvallah. Ama bizim memleketimizde o ünlülerden daha ilgi çekici kimse yok muydu da taaa Amerika'lardan ünlü ithal etmek zorunda kalıyoruz? Peki o "Türk" Hava Yolları, bir Türk takımına, örneğin Türkiye'ye iki büyük kupa getirmiş Galatasaray'a sponsor olmak varken (ben Beşiktaş'lıyım bu arada), neden bir İspanyol takımına sponsor oluyor? Barcelona'nın mı bizim paramıza ihtiyacı var? Yoksa Türk Hava Yolları'nın mı Barcelona'nın ismini kullanmaya ihtiyacı var? Elin İsveç'lisi koskoca dünyada reklamlarında oynatacak kimseyi bulamadı mı da, bizim kör ressamımızdan medet umdu?

Sorun bizim düşünce yapımızda galiba. Hala yaratıcı olmak yerine hazırcılığı tercih ediyoruz. Bir yandan da kendi çiftliğimizdeki hayvanları hor görüyoruz, ama komşunun tavuğu kaz görünüyor gözümüze. Onlar reklamlarında, henüz kimsenin görmediği bir otomobili, gözleri görmeyen bir ressama çizdiriyor. Biz ise esnafların "geçen hafta bu elbisenin aynısını bilmemkime sattık abi" mantığıyla yabancı ünlülere dondurma, cips vs. yediriyoruz, Bruce Willis'e Acun'un kutusunu açtırıyoruz. Hülasa, yabancı hayranlığı aldı başını gidiyor. Ahmet Mithat Efendi'nin "Felatun Bey ve Rakım Efendi" eserini kaleme aldığı dönemden bu yana yüzyıllardır değiştiremedik bu kafayı. Hala eski tas, eski hamam.

Uzun lafın kısası; alem bize hayran, biz onlara...